BABANIN EVİ
Ruhsal yolculuğumuz Babanın evinde sona eriyor. O aydın ve olağanüstü bir şekilde altın rengiyle parlıyor. Çoğu zaman unutulmuş fakat ilk ve temiz bir çıkışımızı gösteriyor. Bir kapı yolcuya “Hoş geldin!”, diyor, sayısız pencereler burada çok ama çok insan yaşadığını gösteriyor. Altın rengi yapay bir resimdeki gibi durmuyor, çok canlıdır. Işık Baba’nın evine değişik açıdan giriyor ve böylece ev devamlı kutsal bir hareket içinde gibi görünüyor.
Benzetmemizde Baba oğulu devamlı arıyor. Belki bunu bir alışkanlık haline getirmiştir: her sabah ve her akşam evinin çatısına çıkıp dua ediyor ve kaybolmuş oğlunu bekliyor.
Aynı şekilde benzetmede ifade edilir: Baba beni arıyor. Onun gözleri beni ufukta taa olduğum yerde bulmaya çalışıyor. Beni eve getirmek istiyor.
Katolik papazı Henry Nouwen şöyle yazdı: “Yaşamımın çoğu zamanında çok meşguldüm. Tanrı’yı bulmak için kendimi yordum. … Ama asıl soru ‘Tanrı’yı nasıl bulabilirim?’ değil, Tanrı beni nasıl bulur?, olması lazım.”
Belki biraz garip geliyor: Tanrı beni en azından benim O’nu aradığım gibi arar. Tanrı beni benim O’nu sevdiğimden çok seviyor. Baba beni arıyor, yabancı bir ülkedeki kızını ve oğlunu. Hareketsiz ve ilgisiz evde oturmuyor. Bana doğru koşuyor. Özürlerimi kekelediğim zaman dinlemiyor. Beni bulduğu için O çok mutludur. Benim yüzümden çok zengin bir şölen hazırladı ve bütün dostlarımı da partiye davet ediyor.
“Benim Babam böyledir” İsa Mesih diyor. Benim Babam böyledir!
Belki birinin aklına şu soru gelebilir: “Tanrı’nın beni araması ya da beni sevmesi biraz aptalca değil mi? Tanrı gerçekten benimle beraber mi olmak isiyor?”
Martin Luther bu benzetmeyi açıkladığı zaman şunu dedi: Baba oğlunu uzaktan gördüğünde onu koşarak karşılıyor, çünkü oğul fikrini son adımlarda değiştirmesin.
Çok duygusal ve güzel bir hikaye Baba’nın oğlunun dönmesini nasıl özlediğini gözlerimizin önüne seriyor.
Bir baba ile oğul arasında çetin bir çatışma geçmişti. Yıllar sonra oğul doğduğu eve bir ziyaret yapmak istiyor, fakat nasıl karşılanacağını bilmiyordu. Bundan dolayı babasına bir mektup yazdı: “Ayın ilk gününde trenle şehrinize gelmeyi planlıyorum. Beni kabul etmek isterseniz lütfen beyaz bir bez evinizin önündeki armut ağacına asınız. Onu trenden bile görebilirim. Beyaz bir bez ağaçta asılıysa trenden ineceğim, yoksa yolculuğuma devam edeceğim.”
Oğul söylediği gibi ayın ilk gününde eve döndü. Kentine varmadan çok gergindi ve bir yolcuya kendi yerine pencereden bakıp armut ağacında beyaz bir bez görüp göremediğini kendisine söylemesini rica etti. Yolcu: “Ben bir armut ağacı göremiyorum, fakat bir ağaç gibi bir şey görebiliyorum. Ağaç en alçak daldan en yüksek dala kadar beyaz bezlerle kaplanmış durumdadır!”
Tanrı’nın sanatçı Christo Berliner’in Reichstag binasını kapladığı gibi bir armut ağıcını sizin yüzünüzden kapladığını düşünebilir misiniz?
İsa Mesih diyor ki: “Evet, Babam böyledir. O’nu tanıyorum ve O beni tanıyor. Beni görmüş olan, Baba’yı görmüştür. Babamla tanışmak isteyen benimle tanışsın; Babamı görmek isteyen bana baksın, çünkü Babam ve ben biriz.”
İsa Mesih’in benzetmesi Baba’nın özünü gösteriyor. Heyecanlı resimlerle Tanrı’nın nasıl sezdiğini nasıl hareket ettiğini açıkça gösteriyor.
Steven Spielberg bir film yaptı. Alice Walker’in ABD’nin güneyinde geçen bir romanını bir filme çekti. Adı “eflatunun rengi”. Filmin konusu kölelerin özgürlüğe kavuşmasından sonra siyah kadınların eşit değeri olan bir insanın manevi kabul ettirme savaşı. Filmin duygusal bir sahnesinde siyah bir papazın kaybolmuş bir kızı var. Kız eve dönüyor. Babasının kilisesine doğru giderken kişiler ona katılıyor. Kilisedeki Gospel koro bir ilahi söylüyor: “Benimle konuş” (Speak to me). Dönen kızı bunu dışarıdan duyduğunda o da katılıyor: “Benimle konuş, ya Rab, Benimle konuş!”
“Benimle konuş!” Bu bir insanın Tanrı’dan büyük bir hırsla dileyişidir. “Benimle konuş, lütfen!”
Küçük oğul eve dönünce babasının onunla konuşacağını bekliyor. Belki onu suç duygusuna itmeyen yardımcı bir söz bulacaktı.
Baba oğulu ceza veren bir sessizlikle karşılamayıp yaraları saran ve teselli eden sözlerle karşılıyor: “benim bu oğlum ölmüştü, yaşama döndü; kaybolmuştu, bulundu”.
Eflatunun rengi adlı filmde geri dönen kız kilisede sert babasına şunu söylüyor: “Günahkarların da bir canı var.” Kaybolmuş kızlar ve oğullar eve dönmeyi özlüyorlar – kabul edileceklerini bilmek istiyorlar!
Kızlarım daha küçükken onları arasıra yatırmaya götürdüm. Her akşam aynı şekilde vedalaştım: onlarla dua ederek onları bereketledim ve onları sevdiğimi söyledim. Sonra odalarından çıktım. Bir akşam her zaman olduğu gibi kapıya doğru ilerleyince kızlarımdan biri ilk defa bana: “Baba, ben de seni seviyorum!” dedi.
Bu duygu inanılmaz güzeldi. Bu sözleri duyduğumda yüreğim bir coşku dalgası altında gömüldü. O anda huzurun ve mutluluğun en temizini yaşadım.
Benzetmedeki seven Baba aynıdır. Baba Tanrı her gün değişik yollarla bizi sevdiğini açıklıyor. Gün be gün, gece be gece aynı şeyi tekrarlıyor: “Kızım, oğlum seni seviyorum.”
Tanrı durup bir gün ona geleceğimizi ve bizi kucaklamayı bekliyor. O’na “Ben de seni seviyorum” dememizi bekliyor.
Tanrı’ya varmak demek kendini sevilmeye bırakmak ve kendisinin de Tanrı’yı sevdiğini söylemektir. Tanrı sevgisi bir duada ifade edilir:
Tanrı, Baba, Babacığım, sana nasıl hitap etmem gerektiğini bile bilemiyorum. Sadece bir şey söylemeye geldim. İşte söylüyorum: Ben de seni seviyorum.