HİZMETÇİLERİN EVİ
Fabrikaların renkleriyle uyumlu bir renk olan kahverengiyle boyanmış hizmetçilerin evinde düzen ve çalışkanlık ön plandadır. Pencereler yüksek ve dardır. Burada yaşayanlar çok az bir aydınlık ortamında çalışmaya alışmışlardır. Onlar ne memnun ne de hoşnutsuzdur. Hizmetçilerin evinde beklentisiz duygusuz kişiler yaşıyor.
Bir insan ne zaman doktora gider? – Acı hissettiği zamanda? Bir erkek ne zaman psikologa gider? – Eşi ısrar ettiği zaman? Biz ne zaman Tanrı’ya gideriz? – Problemler yaşadığımız zaman? Evet, o zaman da gideriz. Ama daha çok yaşayan Tanrı’ya özlem duyduğumuz zaman O’na gideriz. Eğer Tanrı hakkında en eski hatıralar kısa bir süre için bilinçaltından yüzeye çıkıyorsa.
Yabancının evinde ve domuzların evinde yaşayan küçük oğul şimdi eski evine doğru yol alıyor. Geleceksiz ve her konunun başarısızlıkla sonuçlandığının farkına vardı. Artık gurur duyabileceği hiçbir şey kalmayınca hafızasında geçmişten bir şey sökün etti: Babasının hizmetçileri her zaman güzel geçiniyorlardı, fakat kendisi şimdi ölüme yakındı. Artık onlar gibi hizmetçi olmaya karar verdi.
Küçük oğul Babasına doğru yola çıktıktan sonra her şeyi düşünmek için bol bol zamanı var. Kendisiyle, hikâyesiyle ve hayal ettiği Babasıyla sohbet içindedir:
Aklı başına gelince şöyle dedi: „Babamın nice işçisinin fazlasıyla yiyeceği var, bense burada açlıktan ölüyorum. Kalkıp babamın yanına döneceğim, ona, Baba diyeceğim, Tanrı’ya ve sana karşı günah işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim. Beni işçilerinden biri gibi kabul et.“ Böylece kalkıp babasının yanına döndü.
Kendi kendisiyle yaptığı bu konuşmanın sonucunda, açıkça suçunu kabul ediyor ve üçüncü şahıslara bu suçu havale etmiyor. Bütün yaptıklarının ve başarısızlıklarının sorumluluğunu kabul ediyor. Babasının ona bir yaşam şansı vereceğini ümit ediyor. Benzetmenin çok katlarını vurgulamak için bir psikolog bakışıyla bu benzetmeyi inceleyeceğim.
Küçük ve büyük oğul hizmetçi yaklaşımıyla Tanrı’ya yaklaşıyorlar ve bu yaklaşım içinde kendi yaşamlarını yorumluyorlar, çünkü Babalarını derinden tanımıyorlar. Küçük oğul geri dönmek istiyor, dönmesi gerekiyor, iflas ediyor ve yapamadığını itiraf etmesi gerekiyor. Baba evinin onun için son çare olduğunu görüyor.
Hiçbir şey elinde olmaksızın basit sözlerle eve varamaz.
“Merhaba Baba, buradayım. Benden uzun zamandan beri haber alamadınız çünkü her şey umduğum gibi geçmedi, fakat sonuçta fena değildi. Sen nasılsın? Kardeşim, şu çalışkan toprak ne yapıyor?” diyemeyeceğini biliyor.
Kendi kendisiyle konuşmasının ilk kısmında suçundan ötürü net bir itirafı görebiliyoruz: “Günah işledim”. İkinci kısımda değer düşürme var ve kendisini alçaltıyor: ” Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim” diyor. Üçüncü olarak kendisini cezalandırma var: “Beni işçilerinden biri gibi kabul et.”
Küçük oğul, hizmetçi gibi düşünüp patronunun isteğini yerine getirmediği için hak ettiği cezaya çarptırılmaktan korkuyor. Zaman hedefini tutturamayan proje yürütücüsü gibi artık geç kalma cezasından korkuyor. Bir eş kendi eşine sadık kalmadığı anda ucuz kurtulmak için ne yapması ve ne söylemesi gerektiğini düşündüğü gibi.
Hizmetçilerin Tanrı bilimi cezayı bekliyor. Hizmetçilerin Tanrısı tövbe etmeye zorlayan bir tanrıdır. Bu hâkimin önünde insan kendisini çok küçük ve alçakgönüllü gösterip O’nun merhametli olmasını sağlamaya çalışıyor.
Geçmiş yüzyılın psikoloji bilimi bu Tanrı anlayışına karşı harekete geçti ve bunun hastalık getirdiğini ispatladı. Yazar Tilmann Moser’in ‘Tanrı Zehirleme’ (Gottesvergiftung) adlı otobiyografisi bütün hasta eden Tanrı anlayışlarına karşıdır. Dengesiz Tanrı anlayışları hasta ederler. Bu doğrudur. Ama günah ve suç işlemedik dersek yanılıyoruz. İnsanlar birbirlerine karşı suçlu oluyorlar, çünkü belli suçları yüklüyorlar.
Paula adlı bir kız hamile kaldığında dört yıldan beri uyuşturucu bağımlısıydı. Gebelikten önce, sırasında ve sonrasında da uyuşturucu aldı. Kendinden geçtiği zamanlarda sorumluluk duygusu tamamen yok oldu. Bebeği ağladığı zaman ona bakmadı. Çocuk ona muhtaç olduğu anda ona cevap vermedi. İki yıl sonra uyuşturucu maddeden kurtuldu. Şimdi çok büyük suçluluk duygularına kapılıp çocuğuna ne kötülük yaptığını anladı.
Paula’yla temiz olduktan bir süre sonra tanıştım. Ona bir baba ve iki oğlu ile ilgili olan benzetmeyi anlattım. Oğulların yerine kızları koydum. Hemen kendisini onlarla özdeşleştirebilip dedi ki: “Ben Babamın kaybolmuş kızıyım; yabancının evindeydim ve domuzların evindeydim. Fakat bir şeye inanamıyorum: Tanrı benim için birdenbire bir şölen yapamaz! Bunu hak etmedim ki. Böyle ucuz kurtulunur mu? Bu kadar kolay olamaz!”
Kastettiği şuydu: “Yaptıklarımın karşılığında bir cezanın beni beklemesi lazım. Bir türlü tövbe ve ağır bir cezayı hakettim.” Benzetmedeki küçük oğul gibi düşünüp hissediyordu. Suçunu beyan edip kendini küçük düşürdü ve suçunu yavaş yavaş ödemek için kendisine bir ceza vermek istedi. Böyle bir davranış hizmetçinin bir Tanrı’ya yaklaşımıdır. Bu tanrıbilim sınırsız ve merhametli bir tanrıyı kabul etmez. Kendisi cezanın karşılığı için ödeme yapmak istiyor, biraz bağımsız kalmayı tercih ediyor ve bundan dolayı Tanrı’nın merhametine tamamen dayanmak istemiyor. Yanlış yaptığını iyi biliyor. Çocuğa karşı suç işlediğini de biliyor. Bunu hatasını affetmek istemiyor isteyemiyor da. Kendi günahlarına ceza vermek için bulduğu yol şudur: “Kendimi affetmem”, diyor.
Paula’nın hak ettiği nedir? Adalet duygumuz bize ne emrediyor? Kamuoyu bu konuda ne diyor?
Paula’ya bir takım sorular sordum: Neden benzetmedeki Baba küçük oğlunu suç itirafını kekelediği zaman dinlemiyor? Neden oğluna parasının kalıp kalmadığını sormuyor? Neden onu ayıplamıyor? Neden hemen parti servisini çağırdı?
Düşünüp şöyle cevap verdi: “Çünkü o, oğula şimdi gerçekten neyin gerektiğini biliyordu!”
Paula’ya: “Küçük oğulun babasının sınırsız kabulüne ihtiyaç duyduğu gibi sen de buna muhtaçsın.” dedim. “Tanrı bir söz söylemeden seni kucakladığında suçunu da siler. Bir şenlik hazırladığında kaybolmuş oğullarına ve kızlarına, kendi kendilerine zarar vermelerine ve öldürmelerine karşı da bir yol gösteriyor. Bu senin ihtiyaç duyduğun tek şeydir.”
Küçük oğul itiraf ediyor: “Baba, Tanrı’ya ve sana karşı günah işledim.” Fakat Tanrı’nın önünde kaybolduğunu ve suçunu görmeyen biri böyle bir itirafı söyleyemez – daha önce söylediklerimize göre buna hizmetçilerin Tanrı anlayışı denir.
Böyle sezen bir kişi ne yapsın? O da kalksın ve babasının evine gitsin. Çünkü hedef budur. Kendisini günahkâr biri olarak ya da doğru biri olarak görürse ilk aşamada önemli değildir. Baba küçük ve büyük kardeşe yaklaşıyor. Günahlı hissedeni kınamadan kabul eder ve kendisini doğru göreni de şartsız aynı kutlamaya davet eder.
Kendinizi nasıl hissederseniz hissedin – Baba sizi karşılamaya geliyor. Hizmetçilerin evini devamlı kalacağınız bir ev olarak kabul etmemenizi istiyor.